BİR BAŞKADIRDİZİSİNDE ÇATIŞAN KİMLİKLER

Zeynep ÖZALP…


 “Eğer bir bireyi anlamak istiyorsam, ortalama insan hakkındaki tüm bilimsel bilgileri bir yana atıp, tüm teorileri göz ardı ederek tümüyle yeni ve önyargısız bir tavır benimsemek zorundayım.”

Jung’a bu kadar atıfta bulunan bir diziye O olmadan başlayamazdım. Önyargısız bir tavır benimseyemeyen,  Robert mezunu, yoga yapan, seküler ve elitist bir doktor olan Peri’nin odasında başlıyor hikâye. Mekânlar mekinleri tarafından yaratılır ve onların vicdanlarına, değerlerine göre şekillenir. Psikiyatrın odasına baktığımızda birkaç kitap, geniş yapraklı bir çiçek ve düzenli bir çalışma masası ile kendi alanını oluşturduğunu görüyoruz. Fakat odada danışana ayrılan alanda sert bir sandalyeden başka bir şey yok. Bu mekân, Peri’nin bencil bir kişiliğe sahip olduğunu bizlere sezdiriyor.

Ayrımcılık içimizdeki kemirgendir. Eski zamanlarda insanlar bilinmeyene karşı önyargılılardı fakat modern insanın belki de en önemli karakteristiği ötekine olan önyargısıdır. Danışanı Meryem’le bir süre iletişimsiz kalan doktor, mesafesini ve önyargısını daha ilk sahneden belli eder. Diğer yandan, dizinin ilerleyen sahnelerinde Peri’nin Meryem’le olan görüşmesini Gülbin’e (psikiyatrist) anlatırken önyargılarını da itiraf etmesi oldukça cesur bir davranış. Meryem’in başının kapalı olması bir yana, otorite olarak mahalledeki Hocayı kabul etmiş olmasını doktor anlayamaz.

Peri:

“İçimde kaçamadığım kurtulamadığım bir öfke… Zaten Robert, sonra fakülte, oradan Amerika, döndüm geldim böyle bir dünya var… Onlar güçlü olanlar, onlar çoğunluktalar, biz seninle bir akvaryumun içindeyiz…”

Devlet hastanesinde çalışan bir psikiyatrın toplumsal gerçeklikten bu kadar kopuk olması izleyiciler tarafından sorgulansa da bir bilim insanının sahada allak bullak olması kadar normal bir şey yoktur. Çünkü pratik insan sahası, teoride öğrenilen bilgileri her zaman sarsar.

Başı kapalı olan Meryem’in gündelikçilik yapması kurgunun en önemli ayrıntısıdır. Bu ayrıntıdan dolayı “Bir Başkadır” dizisi bazı muhafazakârlar tarafından eleştirilse de kanaatimce senarist başı kapalıları cahil olarak göstermek niyetinde değil, çünkü cehalet aydınlanmamış olmak ve önyargılardan dolayı karanlıkta kalmak ise doktorun da bir yönüyle cahil olduğu görülebilir. Meryem başörtüsünün ve gündelik işlerin ötesinde bir şeyleri daha temsil ediyor: saf bir zihin, öğrenmeye açık bir birey, büyük sıkıntılar içinde pozitif kalmayı başarabilen, yeğenlerine sığınak olan bir genç bir kadın…

Dizinin en önemli karakterlerinden biri de Ali Sadi Hocadır. Birçok dizide karikatürize edilmiş hocaların aksine Ali Sadi nispeten iyi bir karakterdir. Çevresi tarafından otorite olarak kabul edilen bir imamın, kızının başını açma talebini bu kadar normal karşılaması biraz aşırıya kaçmış olsa da genel anlamda hocalık misyonunu iyi temsil etmektedir.

Hoca’nın yanına sürekli uğrayan, işsiz,  mütedeyyin Hilmi ise benim en çok sevdiğim karakterlerden biriydi. Çorap almaya parası olmayan bu genç Jung’un hayranıdır. Mahalle kahvehanesinde Jung’un tartışılması biraz abartılı olsa da zehir gibi olan bu gencin saf romantizmi ve aşkı oldukça iyi anlatılmış. Aşka ve kadına tinsel yaklaşan Hilmi’nin aksine; Sinan aşka ve kadınlara tamamen tensel açıdan yaklaşıyor. Hilmi insanın süper egosunu, zengin ve asalak Sinan ise insanın İd tarafını temsil ediyor.

Hilmi Meryem’e Jung’un insana dair açıklamalarını heyecanla anlatır:

“İnsan hayatı iki ayrı kısımdır: Birinci kısım, insanın kendisini ispatladığı evre…İkinci bir yarısında ise bastırılmış tarafları kader olarak çıkmaz karşısına… Benlikle yüzleşme meselesi, tanımak yani, karanlık taraflarını tanımak gibi…”

Dizinin ilerleyen bölümlerinde iki kişi içindeki muhasebesini tamamlamış gibi. Biri; kendisine tecavüz eden kişiyle köyde karşılaşıp meselesini iç dünyasında halleden Ruhiye’dir. Diğeri ise  Meryem’e Hazal diye seslenip (Annesinin yalısındaki eski kapalı hizmetçi) bu çağrışımı fark edince aslında önyargılarıyla yüzleşip bir aydınlanma yaşayan Peri’dir.

Dizide bir de kendi zamanın çocukları olmak isteyen, arada kalmışlar var. Bitlis’ten İstanbul’a göç ettirilen Kürt bir ailenin kızı Gülbin ile Ali Sadi Hoca’nın kızı Hayrunnisa ailelerinden farklı bir kimlik edinmek istemektedir. Gülbin geleneklerden, Hayrunnisa ise dinden kaçıp seküler ve liberal dünyada yaşamayı talep etmektedir. Amin Maalouf’un da dediği gibi “Daha karmaşık bir kimlik talep eden herkes toplum dışına itilmiş bulur kendini.”

Bu diziyi izleyen bir yabancı İstanbul’un nasıl bir mozaik olduğuna şaşırabilir. Hakikaten de bu şehirde bütün sınıflar, ideolojiler, kültürler ve kimlikler kendilerine bir alan bulabiliyor: elitistler, hippi gençler, muhafazakârlar, Kürtler, lümpenler, dindar ailelerdeki liberal çocuklar, geleneksel ailelerdeki sosyalistler, cinsel eğilimi farklı olanlar… Marx açısından toplum denilen yapıda çatışmalar farklı sınıfların doğal bir sonucu olsa da Berkun Oya (yönetmen/senarist)  çatışmanın aksine bu sınıfların uzlaşısını istemiş gibi.  Bu uzlaşı mümkün mü bilmiyorum ama sanki dünya döndüğü müddetçe eşitsizlik, önyargı ve çatışma devam edecek.