Varolmanın Hafifliği mi!?
Gözdem ÖZALP
Yıl 1968. Alexander Dubçek, Çek Komünist Partisi’nin genel sekreterliğine getirildi. Kırklı yaşlarda, güler yüzüyle akıllara kazınan bu adam sadece güler yüzüyle değil fikirleriyle de diğer komünist liderlerden farklıydı. Çünkü daha bağımsız ve demokratik bir sosyalizmi savunuyordu. Savunduğu sistemin adını -belki de kendinden yola çıkarak- “güler yüzlü sosyalizm” olarak adlandırıyordu. Halkına sunduğu idealle büyük bir destek buldu ve o yıl tüm dünya “sosyalizmin gülen yüzüyle” tanıştı…
Çocuklar İçin Kitap Önerisi
Belçim Zehra ÖZALP
Benim adım Belçim. Üçüncü sınıfta okuyorum. Bu sürede okuduğum kitapları size önereceğim. Neyse lafı fazla uzatmadan kitap önerilerine geçelim…
Küçük Prens Üzerine
Kübra YÜKSEL EROĞLU
Bir çocuk kitabı olarak bilinse de aslında Küçük Prens çocuk yanını, masumiyetini, hisleri ile bağını koparmış, kalbinden uzak kalmış tüm yetişkinlere çok nahif bir ders niteliğinde olan bir kitap.
Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ı Hakkında Politik Bir Değerlendirme
Zeynep ÖZALP
Rusların “Milli Destanı” olarak bilinen Savaş ve Barış Tolstoy’un en önemli eserlerinden biridir. Bu kitapta dünyanın üç büyük kanlı savaşından biri olan Napolyon Savaşları (1803-1815) döneminde cereyan eden olaylar anlatılmaktadır. Aslında Napolyon Savaşları Tolstoy’dan önce yaşanmış olsa da Tolstoy’un gençlik dönemlerinde Kırım Savaşı’na katılması ve Napolyon Savaşları hakkında bir sandık dolusu belge ışığında sahayı derinlemesine gözlemlemiş olması nedeniyle kitaptaki savaş tasvirleri oldukça gerçekçidir.
Anne-Kızdan Çocuk Kitabı Tavsiyeleri
Belçim Zehra Özalp ( 8 yaşında): Heyecanlıydı. Biraz üzücüydü. Yine de severek okudum. Bence 9 yaş ve üzeri için uygun. Daha küçükler hem üzülebilir hem etkilenebilir hem de anlamayabilir. Puanım 5 üzerinden 4.
Gözdem Özalp : Bu kitapla ilgili söyleyecek çok şey var aslında. Yediden yetmişe okunacak kitaplardan biri diyebilirim. Doğa ile bağlarımızın koptuğu, makineleşmenin etkisinin günden güne arttığı günümüzde, vahşi doğaya uyum sağlamaya çalışan bir robot hikâyemizin başkahramanı…
Varayım Gideyim Urumeli’ne: Türk Edebiyatının Balkan Boyutu
Kübra ŞAHİN
Türklerin daha V. yüzyıldan itibaren yerleştiği Balkanların idaresi, yapılan fetihlerle Osmanlı Devleti’ne geçince canlı bir edebiyat ortamı da oluşmaya başlamıştır. Öyle ki Âşık Çelebi’nin Meşairü’ş-Şuârâ’sında anlatılan bir anekdota göre Balkanlardaki birçok şehir “şair ocağı” konumundadır. Bu anekdot şöyledir: “Rivayet ederler ki Prizren’de oğlan doğsa adından önce mahlasını korlar. Yenice’de doğan oğlan baba diyecek vakit Fârisî söyler. Priştine’de oğlan doğsa dividi belinde doğar.”
DAMIZLIK KIZIN ÖYKÜSÜ ÜZERİNE
Esma ÖZALP
‘Bir Kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı.’ der Kafka.
Okuduğumuz her kitabın içimizdeki donmuş denizlere inen birer balta olmasını ve bizleri durgun bir buz yığınından kurtarmasını ne çok isterdik. Fakat her kitap bahsettiğin baltanın etkisini göstermiyor sevgili Kafka. Ama bazen de bir kitap alıyoruz elimize ve tam da o bahsettiğin balta gibi tüm donmuş denizlerimizi paramparça ediyor. ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ tam da o baltanın etkisini yarattı tüm donmuş denizlerimde.
DRACULA : KORKUNÇ BİR ROMAN
Kübra ŞAHİN
Korku insanın tabiatında olan doğal bir duygudur. İhtiyaçlar hiyerarşisinin de tabanında bulunan güven duygusu sebebiyle insanlar korkmadan yaşamak, kendini emniyette hissetmek isterler. Peki o zaman güvende olmaya bu kadar ehemmiyet verildiği hâlde “korku edebiyatı” da nereden çıktı? Korkunun da edebiyatı mı olurmuş? İnsan bilerek ya da isteyerek kendini ya da başkalarını korkutmak için edebiyat yapar mı? Yapar… Hem de çok güzel yapar. Ya da çok korkunç mu demeliyim?
TUHAF ZAMANLARIN KİTABI: FAHRENHEİT 451
Mustafa ÖZALP
Çinliler lanetlemek istedikleri kişiye ‘Tuhaf zamanlarda yaşayasın’ diyerek beddua ederlermiş. Tuhaf zamanlarda, tuhaf olaylarla iç içe yaşamak eski bir Çin bedduasıdır. FAHRENHEİT 451’i okuduğumuzda da Çinlilerin bahsettiği tuhaf zamanlarda bulursunuz kendimizi.
Fahrenheit 451’in bizi sürüklediği bu kurguda tek görevi kitapları yakmak olan itfaiyeci Guy Montag ile bir yolculuğa çıkarız.
ÇOK OKUNAN DİSTOPYALARDA “KADIN”TEMASI
Nesrin KAYA
Kadın, yaratılıştan günümüze kadar her toplumda farklı şekilde konumlandırılmış bir cinsiyet türüdür. Çocuk doğurabilir olması bazen onu yüceltse de çoğu zaman üzerine yüklenen sorumluluklar belini bükmüştür. Cinsellikte aşağılanan, bazen gösteriş unsuru haline getirilen, ezilen ya da eziyet edilen kadın acaba distopik romanlarda nasıl ele alınmıştır?
Bu yazımızda Aldous Huxley “Cesur Yeni Dünya”, José Saramago “Körlük” ve Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451” adlı romanlarını kadın teması üzerinden inceleyeceğiz.