Deniz Kabuğundaki “HU

Rumeysa BAYINDIRLI…


Vakti zamanında memleketin birinde bir genç kız yaşarmış. Bu genç kızın upuzun simsiyah saçları varmış. Her gören saçlarına hayran olurmuş. Bembeyaz teni gülbeşeker kokarmış. Dost canlısı bir kızmış da gerçek bir dostu yokmuş. Genç kızın tek dileği dostun hakikisini bulmakmış.  Onu bulmak için günlerce gecelerce dua edermiş. Memleketinin her sokağında gezer, görülmemiş sahillerinde koşar, kimsenin çıkmadığı tepelerinde konaklarmış. Sırtında heybesiyle her gün gezmediği yer kalmazmış. Neden sonra yürümekten bitap düşünce evine geri dönermiş. Günler günleri, aylar ayları kovalamış. Kız gerçek dostu bulmak için diyar diyar geziyormuş ama bir türlü aradığını bulamıyormuş. Aradığı şey belliymiş de nerde bulacağını bilemiyormuş. Hep böyle olmaz mı zaten insanoğlu arar durur da ne aradığını bilmeden oradan oraya savrulur.

 Bir sabah yine aradığını bulmak için yola koyulacakken evin içinde bir rayiha duymuş. Sanki daha önce hiç duymadığı bir koku. Sanki biri girip içeriye gizlice serpmiş bu kokuyu: Etraf deniz kokuyormuş… Öyle güçlü bir rayihaymış ki bu, kız okunun nerden geldiğini anlamaya çalışırken, birden kendinden geçmiş. Ayıldığında pencere açıkmış. Karşısında uçsuz bucaksız bir deniz. Denizi gördüğüne inanamazken  “huuuu” diye bir sada işitmiş. Kız yaşadıklarına hayret etmeye bile vakit bulamadan bir deniz kabuğu belirmiş denizin üstünde.  Deniz kabuğundan “huuuu” sadası yayılıyormuş.”Huuu, huuuuu, huuuu”  Sonra pencere kapanmış, deniz kabuğu odanın ortasına düşüvermiş.

Olanlara şaşıran kız önce ne yapacağını bilememiş, ardından Zeyno Kadın diye bağırmış. Bütün bunları anlasa anlasa o anlar. Telaşla deniz kabuğunu kapıp Koşmuş Zeyno Kadının kapısına. Bir bir anlatmış gördüklerini. Kadın sakince dinlemiş, bir vakit susmuş.. Sonra şöyle söylemiş: Falanca şehrin falanca sahiline gideceksin. Orada Balıkçı Hüseyin’i bulacaksın. Onun sözlerini duyduğun vakit muradına ereceksin. Yalnız bu kabuğu yanından hiç ayırma ne zaman dara düşsen kulağına koy ve sesi işit.

Kız hemen ayrılmış Zeyno Kadın’ın evinden. Birkaç öteberi almış, deniz kabuğuyla çok sevdiği mavi boncuklarını cebine atıp düşmüş yollara. Kendi memleketinde yol almak kolaymış da el memleketinde yol almak zormuş. Uzun uzun yolları aşmış, derin vadilerden geçmiş ve bir dağ köyüne ulaşmış.

Köye girer girmez üç beş adam kızın yolunu kesmiş ve elinde avucunda ne varsa almış. Kederli bir şekilde yaşadıklarına üzülen kız yürümeye devam etmiş. Gücünün kuvvetinin kesildiği bir yerde bir ağacın altına kıvrılmış, yolunun uzunluğunu halinin hazinliğini düşünürken uyuyakalmış. Uyandığında heybesini çaldırdığına üzülen genç kızın aklına deniz kabuğuyla boncuklar gelmiş. Elini cebine atmış, şükür ki oradalar.

Bir dizi mavi boncuğu eteğine serpmiş. Boncuklar bitene kadar huu sesi duyulmuş deniz kabuğundan. Kız da kabukla birlikte huu demiş dizmiş huu demiş bağlamış huu demiş dizmiş. Huu demiş bağlamış taa ki 40 tane bilezik yapana kadar. 40 bilezik tamamlanıp da 40 düğüm atılıncaya kadar 40 gün geçmiş. Kız bulunduğu köyün pazarına çıkıp bu bilezikleri bir bir satmış. Son bileziği sattıktan sonra gerekli erzakı toplayıp yeniden yollara düşmüş. Geceler gündüzleri kovalamış, ışık karanlığı…Az gitmiş uz gitmiş kah ağlamış kah söylemiş… Derken köpeklerin cirit attığı bir iklime varmış. Etrafını kuzgun karası tüyleriyle koşturan köpekler sarmış… Aniden, köpeklerden biri peşine takılmış. Başında alev topuyla öyle bir koşuyormuş ki köpek üç hamlede kıza yapışmış. Kız “eyvah muradıma eremeden öleceğim.” Diye feryat ediyormuş. Köpeğin pençesinde sürüklenmiş de sürüklenmiş. Hakikate ermek için bir hayalin peşinden sürüklenmek gerekir bazen. Bu peri suret de korku ve dehşet içinde günlerce sürüklenmiş köpeğin pençesinde… Köpek kızı öldürmemiş ama başındaki alev topu kızın o güzelim sırma saçlarını yakmış tutuşturmuş.

Günler sonra kız gözlerini bir sahilde açmış. Başında bir balık.. Kız yorgun bir sesle sormuş. Ne oldu bana neredeyim ben? Balık: İblis suretli köpeğin pençesinde perişan haldeydin. Kendini kaybetmiştin. Haline üzüldük de seni biz aldık göğsümüze sakladık. Buraya kadar taşıdık. Kız kendine gelip ayağa kalkınca gözünün önünde uçsuz bucaksız bir deniz görmüş, evini kaplayan o rayiha eşliğinde… Yine kendinden geçecekken denize yansıyan suretini görünce irkilmiş. Gözlerine inanamamış. O sırma saçlar yanıp kül olmuş. Gözünden bir damla yaş düşmüş. Tam dostuma varacakken bu hale mi geldim. Şimdi ya beni beğenmez de dost diye kabul etmezse. Gönlü kırık bir şekilde Deniz Kabuğu’nu almış eline. Dile gelmiş kabuk: “Huuu… Ey peri suret aradığın diyara vardın. Balıkçı Hüseyin seni bekler, var git geç olmadan… Benim yarenliğim burada bitiyor”

Yine Huuu sesini işitmiş kız ve kabuğu kumsala bırakmış.

Kız sahilden uzaklaşmış, yürümüş yürümüş yürümüş. Derken akşam güneşinin en kırmızı olduğu vakitte bir kulübenin başında ihtiyar bir adam belirmiş. Gel demiş ben de seni bekliyordum. Kız içeri girmiş benim bir muradım var der demez, adam “sus  ve bekle”demiş… Bir gün boyunca beklemiş kız. Yalnızca deniz kokusu ve işittiği huu sadasıyla.

 Ertesi gün adam kızı almış kimselerin bilmediği bir sahile götürmüş. Ve şöyle demiş: “Aradığın öyle bir dosttur ki sen yollar aşarsın o denizler aşıp sana yaklaşır. Sen sabır denizinde bir boncuk dizersin o seni bir balığın göğsünde saklayıverir.. Sen suretini kaybedersin o senin siretini güzelleştirir. Kim ki o sadayı işitir, kalbi dosta kavuşur. Bu böyledir. Sen destur istersin bağban sana huu der..

Bu sözleri işiten kız, her zerresini kaplayan huuu sesiyle titremiş ve oracıkta can vermiş.

Derler ki bu hikayeyi her kim dinler de gerçek dosta kavuşmayı arzularsa, huuyu duymak için bir deniz kabuğunu kulağına dayasın…Ta ki dosta erene kadar…